Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Osidius

       Okumaya başlamadan önce kendinize şu soruyu sorun; bazı anılarımı hiç yaşamamış gibi kafamdan siler miyim? Çok zor bir soru aslında. İnsan düşünmeden ''kötü anıları neden kafamın içinde hayatımı zorlaştırması için besleyeyim'' bu cümleleri sarf ediyor ama biraz düşününce o kötü anılar bizi terbiye ediyor, bugün alacağımız her karardan önce düşünmemize sebep oluyor, bugün olduğumuz yerde var olmamıza sebep oluyor; iyi veya kötü. Bulunduğumuz noktadan hoşnut olmasak bile geri dönemeyiz ve olanları unutmak bugünü değiştirmeyecektir. Aslında daha da derin düşündüğünde bu kötü anılardan, kararlardan veya kişilerden acı verici olsa bile, ne olursa olsun, kopamıyoruz. Garip ama... Sevdiğiniz birini düşünün, onu unutmak ister miydiniz? Hayır. Sahip olduğunuz diğer kötü şeyler içinde aynısı geçerli. Belki de insan ister istemez bazı şeyleri değiştirmekten korkuyordur, bugün duyduğu acıyla geçmişi değiştirirse bugününde ne olacağını bilememesinden. Belki de bazı şeyle

Üzerine Düşün

                    '' Öldüğümde yaşadığım hayat için pişman olur muyum? '' Godot '  yu Beklerken '  i Beklerken (Tiyatro oyunundan)

Theremin

          FAHRENHEİT 451     '' Bugün İngiltere'de Tanrı'nın izniyle öyle bir mum yakacağız ki, inanıyorum ki asla sönmeyecek. (...) Bunu Latimer diye bir adam Nicholas Ridley diye bir adama 16 Ocak 1555'te, Oxford'da kafirlik suçlamasıyla diri diri yakılırken söylemişti.''                                                                     Sayfa:61     ''...herkes hür ve eşit doğmaz ama herkes eşit hale getirilir.''                                                                      Sayfa:79     ''Birçok şey hakkında 'Neden' diye sorarsan ve bunu sürdürürsen, sonunda epey mutsuz olabilirsin.''                                                                     Sayfa:81      ''Bir devin omuzlarında oturan cüce, ikisi arasında en uzağı görendir! ''   (alıntı)      ''Bir metaforu kanıt, bir laf kalabalığı selini temel gerçekler pınarı, kendimizi de kahin sanma aptallığına düşmek doğamızda va

Kitap Denizi

    Kitapların yanma sıcaklığı; 451 fahrenheit. Bu bilgiye ulaşmak için Ray Bradbury İtfaiye Teşkilatı'nı aramıştır. ''İtfaiye'' adlı kitabının ismini değiştirmek isterken aklına bu gelmiştir. Bu isimden öncede ''Gece Yarısından Çok Sonra'' ismini kullanmıştır kitap.     Ray Bradbury arkadaşı ile yolda yürürken bir polisin onlara ne yaptığını sorması üzerine, ''Bir ayağımızı diğerinin önüne atıyoruz'' cümlesine kurmuştur. Bunun üzerine poliste sorguya çekmiştir. Bu yaşananlar ona ışık olmuş olmalı ki ''Yaya'' isimli öyküyü yazmıştır. Buradan anladığımız kadarıyla Ray Bradbury basit düşünmeyen biriydi ve bunları da yazılarında insanlara yansıtıyordu. Fahrenheit 451 kitabını da yazmadan önce, ''Ya itfaiyeciler evleri kurtarmak yerine onları yaksaydı?'' diye düşünmüş. Bu cümleler arkadaşı Neil Gaiman tarafından 2013 yılında yazılmış önsöz olarak.     Kitapta, insanların kitaplar için neler yaptığını o

Komorebi

      Öğrendiğiniz yeni bir bilginin doğruluğunu hiç teyit ettiniz mi ya da buna gerek olduğunu hiç düşündünüz mü?       Bildiğim bir şey varsa o da insanların inanmaya gereksinim duyduklarıdır. Belki de bildiğimden değil de inandığım için bu cümleleri kuruyorumdur. Üzerine düşünecek olursak eğer,  biraz doğruluk payı görebiliriz. Tanrı'ya inanma ihtiyacı hissederiz varlığımızı anlamlandırabilmek için, umut ve ümitle dolup taşarız daha iyi bir hayat için çünkü buna inanırız; gelecekte o istediğimiz hayata. Sağlığımıza bir gün kavuşacağımıza inanırız. Bunu ya Tanrı'ya ya kadere ya da olasılıklara bağlarız. En başından beri insan, olmasını ümit ettiği veya istediği şeylere inanıyor. İlk cümlemden alakasız gibi görünen bahsettiğim bu inanç konusu, aslında ilk cümleye uzak değil. Öğrendiğin yeni bir bilgi inandığın ve  buna inanmak istediğin için doğru kabul edilir sen tarafından. Günümüz dünyasında her yerden yanlış veya yalan bilgiler su gibi akıyor ve bizlerde inanma

Fernweh

        Uzun zamandır üzerinde yoğunlaştığım bir konu üzerine yazı yazmak istedim. Konu tamamen insan yaşamı. Hayatı yaşarken koşuyor gibiyiz. Neden bu kadar aceleciyiz? Acaba farkında olmadan birbirimizden mi etkileniyoruz yoksa hayatı kısa gördüğümüz için her şeyi sığdırmaya mı çalışıyoruz? İnsanlar okullarını erkenden bitirmek, hızlıca kariyer yapmak ya da bolca kazanmak istiyor diğer bir istek aile kurmak oluyor. Yaşamlarına geriye dönüp baktıklarında ne görüyorlar? Okumanın tadına varmışlar mı, kariyer basamaklarını hak ederek mi çıkmışlar, para düşünmeden mi çalışmışlar, hayatlarında neyi özümsemişler, kimlerin hayatlarına dokunmuşlar, hayatlarından geçip giden hangi insanı yeterince tanıyorlar ya da hangisini hatırlıyorlar? Doğru mu yapıyoruz? Bunları yaparken haklı mıyız? Hayat kısa olabilir ama yaşamın tadına varamadıktan sonra ne kadar yaşadığının veya ne yaşadığının hiçbir önemi yok.  Anı hissetmek. O anda var olduğumuzu hissetmek. Geleceğe ve geçmişe olabildiğine uzak ol

Bir Gün

      Bir gün öleceğiz ve biz bile benliğimizi unutacağız. Yaşam abartmak veya ciddiye almak için çok anlamsız bir o kadar da kısa. Normal bir insan ömrü kısayken ne zaman öleceğimizi bilmeyen bizlerin ömrü ölene değin yoktur. Hayatı yaşamak, yaşamı anlamlı kılmak için etrafımızdakileri etkilemeden istediğimiz her şeyi yapalım  çünkü öldüğümüzde bunları bizim için yapacak birileri olmayacak.     Yaşamı neden yaşadığını bulduğunda ve onun için çalıştığında nesillere yeni bir hikaye bırakırsın. Hikayen anlatıldıkça var olursun. Dünya kapısından milyarlarca insan geçti. Dünya ömrünü yitirene dek daha da insanlar gelmeye devam edecek ama sadece önemli olanlar, önemini yitirmeyenler yaşayacak. Geriye kalan diğer tüm insanlar sadece yolculuklarını yapıp bitirmiş olacaklar, gelecekler ve gidecekler.     Kim hatırlanmak istemez ki? Ama unutulacağız. Sevdiklerimizin hatıralarından silineceğiz. Kimler hatırlayacak bizi? Kimler hatıralarında anılarını besleyecek kalmamız için? Biz, hatırlanmak

Tüm İnsanların Ortak Özelliği

      Kiniklerin görüşüne göre insan; 'ne kimseye muhtaç olacak kadar sahip olmamalı ne de kimseye verecek kadar sahip olmalı dünya malını'. Karmaşıklaştırdığım bu cümle aslında oldukça anlaşılabilir sadelikte. Aslında cümlenin vermeye çalıştığı mesajda bu. Olabildiğine sade olun. Sade olmak; ihtiyacınız olduğu kadarına sahip olmak, gözünüzün açlığıyla boğuşmamak. Kendinizi doyuracak kadar pişirmek, dolaplar dolusu göz kirliliği yaratmayacak kadar kıyafete sahip olmak, hangisi giyeceğim diye düşündürmeyecek kadar yeterli ayakkabıya sahip olmak...         Her insanoğlu ihtiyacını tüketse bu yaşam ağacından, o zaman hayatın ne kadar adaletli olduğunu görürüz. Hareketliliği ruhunda barındıran insanın adaleti dünyadan beklemesi komik. Ağaçtan beslenen insanoğludur. Adalet kavramını ortaya çıkaran insanoğludur. Beraberinde adaletsizliği, açlığı getiren de insanoğludur. Ama ne gariptir ki adaleti dünyadan beklerler. Oysaki dünya insanoğlu olmadan daha adaletli bir şekilde döner

Tablo

         Kalabalıklar içinde kalmış, gürültüden beslenen anıların olduğu o zamanda herkesin sesini kesip karşımdaki gerçek ve canlı tabloyu izledim. Eski zamanları andıran bir tablo gibiydi. O anı betimleyebilecek resim bilgimin olmaması üzücü. Ama o anı kelimelere dökmem gerekir. Altmışlarında yaşlı amca, yüzünde hayatın ona kalan mutluluğu, ellerinde hayatın ona bıraktığı ağırlığı vardı. Küçük çocuk -torunu olduğunu varsayıyorum-, hayatla tanışmamışcasına  çok mutluydu. Dedesinin hemen önünde kendi gibi küçük alanda zıplayıp mutluluğunu gizleyemiyordu. Hareketliliğini dedesinin cebinden çıkardığı o tarakla bozdu. Yaşlı adam, eski kıyafetlerine rağmen özenle giyinmişti ve çevresindeki insanlara saygısını böyle belli ediyordu belli ki. Cebindeki tarak eski mi yoksa yeni mi belli değildi ama zaten bunun pek bir önemi yoktu. Özenle taradığı saçları, elinde kalan son sevgiyle okşadı.        Neredeler, nasıllar ve kimler? Kim bilir. Bilinen tek şey aklımın köşesine güzel bir tablo bıra

Nasıl Bir İnsansın?

    İyiler ve kötüler. Ortası yok. Ya gerçekten iyisindir ya da kötü. İnsanoğlu içinde her ikisini de barındırır. Ne zaman ortaya çıkaracağı muammadır. Tıpkı ''yin ile yang'' Çin felsefesi gibi. Kötü yanınız ağır bassa bile özünüzün bir parçası iyiliğe aittir.    Bulunduğunuz yaşam veya çevrede mutlu değilseniz sebeplerden biri özünüzü benliğinizde kaybedip diğer insanlara göre şekillenmek zorunda kalmanızdır.  Ama çıkarlarınız için yaşamak veya etrafınızdakilerin varlığının sadece hacimden öteye gidememesi sizin seçiminizdir. Bugün yaşadığınız her şey geçmişte yaptığınız tercihlerin sonucudur ve her şeyi hak edersiniz.     Her bebek iyidir ve iyi olarak doğar. İçindeki ağaç; ailesi , çevresi , yaşantıları ile büyür ama en önemlisi ağacı kendi seçimleri ile dallandırır. Bu metaforda ağacın kökleri insanın özünü simgeler. Ağacınız ne kadar yaprak dökse de, dalları kesilse de kökü hala sizinledir. Ne yaşarsanız yaşayın üstesinden gelmeyi kendinize öğretin ki bugün old

Yeni Bir Mesajınız Var.

    Hey,    Günün  nasıl geçiyor? Uzun zamandır sana bir şeyler yazmamıştım. Bu süreçte nasıl olduğumu merak edersen eğer, diyeceğim '' hayat gerçekten acımasız bir öğretmen'' olur. Böyle mi olmalı tartışılır tabii. Her neyse bu maili yazmamın sebebi hayattan öğrendiğim bazı şeyleri sunmak ki sana hiç yazmadığım için kızma.    Zaman değerli. Evet, biliyorum bu cümle klişe ve yeni öğrenmiş değilim. Sadece yeni özümsedim ve ayrıca fark ettim ki bildiğim bu cümleye çok uzağım. O benim gözümün önünde ama ben uzağım işte. Gelecekle ilgili aldığım kararlarda da benden uzak kalacağını düşündüğüm bu cümleyi etraflıca düşündüm. Zaman benim zamanım ve hayatımı başka insanlar  -aile bile olabilir- için harcıyorum. Hayat; insan yaşamı, değerli bir zaman dilimi. En kötüsü de kısa ve ne zaman sonlanacağı belli değil. Uzun yıllardır kendi isteklerimden kalıp yapıp bunun içine kendimi doldurmuşum. İnsanlar sürekli değişir, değişen insan farklı şeylere ilgi duyar. Özünü içinde barındıra