Ana içeriğe atla

Yeni Bir Mesajınız Var.

   Hey,

   Günün  nasıl geçiyor? Uzun zamandır sana bir şeyler yazmamıştım. Bu süreçte nasıl olduğumu merak edersen eğer, diyeceğim '' hayat gerçekten acımasız bir öğretmen'' olur. Böyle mi olmalı tartışılır tabii. Her neyse bu maili yazmamın sebebi hayattan öğrendiğim bazı şeyleri sunmak ki sana hiç yazmadığım için kızma.
   Zaman değerli. Evet, biliyorum bu cümle klişe ve yeni öğrenmiş değilim. Sadece yeni özümsedim ve ayrıca fark ettim ki bildiğim bu cümleye çok uzağım. O benim gözümün önünde ama ben uzağım işte. Gelecekle ilgili aldığım kararlarda da benden uzak kalacağını düşündüğüm bu cümleyi etraflıca düşündüm. Zaman benim zamanım ve hayatımı başka insanlar  -aile bile olabilir- için harcıyorum. Hayat; insan yaşamı, değerli bir zaman dilimi. En kötüsü de kısa ve ne zaman sonlanacağı belli değil. Uzun yıllardır kendi isteklerimden kalıp yapıp bunun içine kendimi doldurmuşum. İnsanlar sürekli değişir, değişen insan farklı şeylere ilgi duyar. Özünü içinde barındıran insan elbet bir gün kendine ulaşır. Zamanımı kaybetmediğim için mutluyum. Umarım aynı şey senin içinde geçerlidir. Değişime izin verdim, özümü bulmaya izin verdim, isteklerimi bulmaya ve insanları düşünmeden oraya ilerlemeye kendime izin verdim. Bunu herkes yapmalı öyle değil mi?
    Ahlat Ağacı filminden bir repliği seninle paylaşmak istiyorum. İnsanın suratına tokat gibi yapışan o acı diyalog :

- Zaman garip bir şey. Geçip gidiyor fark etmeden.

- Geçip gidiyor tabii. Sizi mi bekleyecekti bir şeyler yapın edin diye.

    İnsana farklı bir bakışla yaklaşan o cümle:

- İnsan neden en yakınındaki hayatı seçip yaşamak zorunda ki? Hayatta oysaki yaşanacak çok şey var.
     Umarım bu yazdıklarım üzerinde düşünürsün ve en önemlisi bir sonuca varırsın. Bunun geç olmaması dileğiyle.
     

       '' Günbatımı ücretsiz''
  Güzel şeylere her zaman daha kolay ulaşırız ama ulaşamadıklarımız daha güzel gelir. Bazen uğraşlar sonucu fark edebiliriz o gün batımını ama çoktan gün batmıştır bile.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osidius

       Okumaya başlamadan önce kendinize şu soruyu sorun; bazı anılarımı hiç yaşamamış gibi kafamdan siler miyim? Çok zor bir soru aslında. İnsan düşünmeden ''kötü anıları neden kafamın içinde hayatımı zorlaştırması için besleyeyim'' bu cümleleri sarf ediyor ama biraz düşününce o kötü anılar bizi terbiye ediyor, bugün alacağımız her karardan önce düşünmemize sebep oluyor, bugün olduğumuz yerde var olmamıza sebep oluyor; iyi veya kötü. Bulunduğumuz noktadan hoşnut olmasak bile geri dönemeyiz ve olanları unutmak bugünü değiştirmeyecektir. Aslında daha da derin düşündüğünde bu kötü anılardan, kararlardan veya kişilerden acı verici olsa bile, ne olursa olsun, kopamıyoruz. Garip ama... Sevdiğiniz birini düşünün, onu unutmak ister miydiniz? Hayır. Sahip olduğunuz diğer kötü şeyler içinde aynısı geçerli. Belki de insan ister istemez bazı şeyleri değiştirmekten korkuyordur, bugün duyduğu acıyla geçmişi değiştirirse bugününde ne olacağını bilememesinden. Belki de bazı şeyle

İyi İnsanlar Hala Hayatta

                                                                      Doğrusu bu kulağa çok yabancı ve yalancı geliyor. Şaşılır ki bu doğru. Birkaç gün önce arkadaşımla ''insanlardan ne kadar nefret ettiğimizden, onların ne denli kötü olduklarından'' bahsediyorduk. Tanrının bize cevabı güzel oldu. Tüm gün bir yılda görebileceğimiz kadar güzel insan gördük. Bence en önemlisi sokak sanatçısının gözümüze iliştirdiği o andı. Kemanın canlı sesi insanları yanına çağırmaya yetmiyordu. Keman kutusunda birkaç bozukluk ve bir kağıt paradan hariç adamın sanat aşkı vardı. Günün sonuna denk geldiği için verecek hiç paramız kalmamıştı. Cüzdanlarımızın boş olmasına gülerken sokak sanatçısına doğru yaklaşıp borç para isteyen genç dikkatimizi dağıttı. Sokak sanatçısı hiç tereddüt etmeden keman kutusundaki tek kağıt parayı o gence uzattı ve karşılığında gülümseme ve minnet aldı. Hiçbir şey olmamış gibi kemanını çalmaya devam etti. Gerçi kimsede onu beklemiyordu ama biz bekliyorduk. Hi

Küçük Çocuklar

                                                                        Yıllar geçmesine rağmen aklımdan silinmeyen bu anı hala kafamda tazeliğini koruyor. Arkadaşlarımla yolda yürürken yanımızdan annesi ve kardeşiyle bir yerlere giden çocuğun söyledikleriyle birbirimize anlamsızca baktık. Kardeşi ağlayan çocuk, kardeşine doğru tüm öğrenmişliğiyle : '' Şimdi istediğin gibi ağla büyüyünce ağlayamayacaksın zaten'' dedi. Büyük olasılıkların doğurduğu ihtimalle çevresindeki büyüklerin zor zamanlarında göz yaşlarını yuttuklarını görmüştü. İstemeden yanlış şeyler öğretmişlerdi o insanlar, o küçük çocuğa. Gözyaşlarından utanmayı öğretmişlerdi belki de. Ama yanlışı öğrendiği kesindi.         Gülerken utanmayan bunca insanın ağlarken saklanması ne anlamsız. Kim öğretmiştir bunca insana ağlamanın güçsüzlük olduğunu? Kim ona inanmıştır?