Ana içeriğe atla

Film İncelemesi: Waking Life


Tek bir tür olan herhangi bir hayvanın var olma nedeni ile tek bir tür olan insanında var olma nedeni bir nedene indirgenebilir mi? İnsan, düşünebilmesi yüzünden yaşama nedenini milyonlarca sebebe çıkarabilir mi? Sokrates’in Menon Diyaloğu’nda sorguladığı gibi; hayatın bir anlamı yoktur, hayatın anlamı vardır. Bu anlam çeşit çeşittir. İnsan düşünebiliyor öyleyse sadece kendine vardır.

İnsan, hayatının anlamını gerçekten bulabilir ya da bulduğunu sanır ama değişen benliği ve duygu durum ortalaması hayatının anlamını ya değiştirecek ya bulmasını sağlayacak ya da bulduğundan emin olacaktır.

Var olma nedeni; arının canlılığa düzen sağlaması gibidir. Her arının hayatının anlamı budur. Yaşama nedeni; bir kişinin kendi hayatını ilerletme sebebidir. Bu her türlü eylem, durum, kişi vs. olabilir.

İnsan, hayatının anlamını veya nasıl anlamlandıracağını ölmeden önce var olduğu milisaniyelik süre zarfında bilecektir. Aslında bu cümle oldukça paradoksaldır. Eğer hayatımın anlamını ölmeden önce bileceksem ve şu an var olmamın anlamını o zaman diliminde bileceğimi biliyorsam aslında var olmamın sebebi o zaman dilimine varmaktır bu demektir ki hayatımın anlamını ölmeden önce bulmuşumdur. Bu yüzden ölmeden önceki sebebimi yaratmış oluyorum. Tam burada şunu düşünmek gerekiyor; hayatın anlamı, var olma sebebi mi bulmaktır yoksa her varlığın çeşitli var olmasını gerektiren bir durum mu vardır? Yani hayatın anlamını bireysel mi sorgulamalıyız yoksa toplumsal faydayı mı gözetmeliyiz? Paragraf başında söylediğim cümleye bireysel bakarsak paradoksa girmektedir ama yine tekrar edeceğim ki hayata bireysel mi, genel mi yaklaşmalıyız bunu ancak ölmeden önceki milisaniyelik sürede bileceğiz. 

Hayatımın anlamı toplumsal yararda yatıyor. Böylece hayata iz bırakıyor, insanlara varlığımı hissettirdikçe anlam kazanıyorum. Hayatım anlam kaybına uğramıyor. İnsan öldüğünde bile var olmaya devam ediyor. Var olmayan hiçbir şey anlam kazanmaz. Ölmeden önce öğreneceğimiz bir durumu toplumsal pragmatizme yaslamak en mantıklı karar olacaktır.             

Hayatın amacı, var olduğun günden beri aslında hep insanda olan ama zar zor bulduğu veya bulamadığı hayatın anlamını, bulmak veya bulduğunda sürdürmekten ibarettir.

Sokrates’in öğrencisi olan Antisthenes’in liderliğini üstlendiği Kynik öğretiye göre, insanın nihai amacı, “basit bir yaşam” sürdürebilmesidir. Bu basit yaşamda, kişi toplumdaki bireylerin çoğunu güdüleyen zenginlik, ün, güç ve cinsellik gibi arzuları bir kenara bırakıp, kendi kendine yetebildiği bir hayat sürdürmeye çalışır. Hedonizm’e göre, insan hayatının amacı zevki olabildiğince yüksek tutup, acıyı azaltmaktadır. Yine Sokrates’in öğrencilerinden biri olan Aristippos’un önderliğini ettiği bu düşünce ekolüne göre, her insanın keyfinin, acısının üstünde olması gerektiğini savunur. Hedonizm’e göre hayatın anlamı zevktir. Epikürcülük de ölümle birlikte her şeyin bittiğine ve insanın sadece bir kere bu dünyaya geleceğine inanır. Bu yüzden hayatın mümkün olduğu kadar güzel geçirilmesi taraftarıdır. Ancak, Epikürizm’in keyfi en yükseğe çıkarmak için izlediği yol, Hedonizm’den oldukça farklıdır. Epikürizm’de kişinin keyfini maksimize etmesi ve ataraksiya diye adlandırılan seviyeye çıkması için kişinin ölçülü bir hayat yaşaması, hayatın nasıl işlediğini anlaması ve arzularını kısıtlaması beklenir. Ölçülü olunmasının nedeni; bazı zevklerin sıkıntı ve üzüntüyle son bulmasıdır. Hayatta ki en üstün zevk, insanın her türlü duygulanım ve içgüdülerin tesirinden uzak durması ve hür olmasıdır. Nihilizm, hayatın içten içe bir anlamı olmadığına dair felsefi bir doktrindir. Varoluşsal nihilizme göre, hayatın diğer filozofların ortaya koyduğu gibi tartışmasız ve ortaklaşa kabul edilebilecek bir anlamı yoktur, dolayısıyla kişinin bu hayatta her şeyi yapmak için izni vardır. Stoacılığın amacı insanı mutluluğa ulaştırmaktır. Mutluluk, insanın iç huzur ve özgürlüğündedir. Düşünce tarzı Kyniklere benzer, insan aşırı istek ve güdülerine hakim olmalıdır. Kyniklere göre sade bir hayat anlamlıyken Hedonizm de insan kendini bir şeylerden mahrum etmemeli ve keyfini çıkaracağı bir hayat yaşamalıdır. Epikürcülük, Kynik öğreti ve Hedonizm arası dengeyi sağlayan görüştür. Stoacılık da Nihilizmde ki anlamsız kaybolmanın önüne geçmek için hayatın anlamını yanlış kavramamanız gerektiğini bizi üzenin bu olduğu savunulur. Nihilizm veya Varoluşsal Nihilizm başlangıçta anlamın varlığı olmadığını ve kabul görecek bir durumun ortada olmadığını savunurlar.

Filmin isminin 'Hayata Uyanmak' olmasının sebebinin hayatının anlamını bulma yolunda öyle bir an gelir ki, beklenmedik veya düşünce yolunda, yaşanılan o aydınlanma anı size uykudan uyanma hissi verir ve saniyeler önceki siz ve geçmişiniz uykuda geçmiş gibi ya da o siz değilmişsiniz gibi, tıpkı bir rüya gibi, gelir, işte o an hayata uyandığın andır. Eğer uyanamazsan hala rüya görüyor olursun, rüya görmeye devam edersen uyanamazsın. Bir gün uyandığını düşünürsün ama aslında başka bir rüya görüyorsundur. 47:16 dakikalarında bu uyanmayı 92 yaşında yürüme güçlüğü çeken insanların dünyayı dolaşabileceğini gösteren televizyon reklamı olarak yayınlıyor. ‘Artık dünyayı görebiliyorum’, sözleriyle bitiyor. Geç değil ama güç bir eylem.

Filmin başlarında Seyri-âlemi süren adam bir nihilist gözünden hayata bakıyor. Ona göre hayatın akan sürecinde 'bir yere varmaktansa hep yola çıkmak en güzelidir'. Hayatı anlamadığını ve anlamak zorunda olmadığını, anlam koymadığı hayatının da ilerleyebileceğini söyler. Hayatın bir anlamı olmadığı gibi bir kuralı da yoktur. ''...Bu, gezegene renkli bir kalem kutusuyla gelmeye benziyor. Kutunuz on altılı ve sekizli olabilir. Ama önemli olan kalemlerle ve size verilen renklerle ne yaptığınız. Çizgilerin içini ya da dışını boyadım diye üzülmeyin.  Çizgilerin dışını boyayın derim ben. Sayfanın dışını boyayın.'' sözleri bu durumu desteklemektedir. Aslında düşünüldüğü gibi hayatın bir anlamının olmaması insanı bunalım sularında boğmamaktadır. Ancak insan, düşünüldüğü gibi yaşamını sürdürebileceği ideolojilere tutunur.

Hayat yolcu ister, insan olmadan hayatın bir anlamı olamaz.

Birbirinden farklı karakterlerin hayatlarının farklı olmasının hayata yaklaşımlarını etkilediğini görüyoruz. Tam olarak bu yüzden her karakterin hayat anlamı, hayat sorgulaması birbirinden farklıdır. 30:00 dakikada ki karakter hayatı bilimle anlamaya çalışmaktadır. 21:00 dakikada ki karakterler birbirlerinin sözleri üzerine felsefi yaklaşarak bir anlam arayışı içine girmektedir.

35:00 dakikada ömürlerinin sonuna yaklaşan kadınların geçen zamanla hayatı yaşadıklarını yeni yeni hissettiklerini ve genç yaşlarda bitmiş gibi görünen bir yolu hala gitmek istediklerini anlatıyorlar. Böyle düşünmelerinin başlıca sebebi hayatın bir zaman durup kesinlik kazanacağına inanmaları olmuş. Bir şeylerin hep bir akış, oluş içinde ilerlediğini ve asla kesinlik kazanmayacağını fark ettiklerinde hayatı yaşamaya başlıyorlar, mutluluğu buluyorlar. Ama yine de gençliklerindeki sahip oldukları merakın insan olmanın en olağanüstü yanı olarak görüyorlar. Epikürcüler, kadere iki kuvvetin hakim olduğunu savunuyorlardı: rastgelelik ve kör mekanik zorunluluk. İnsan, ne mekanik zorunluluğu değiştirebilir ne de rastgeleliği önceden kestirebilir. Bu yüzden insan kaderi karşısında ilgisiz kalabilmelidir. Ayrıca zevk konusunda ölçülülüğü savunan Epikürcüler, bazı sıkıntıların sonunda zevke ulaşılacağını da söylerler.

Dakika 38:51 yaşama sevincini ölçülü hissetmemenin insana acı verdiği söylenmektedir. 

41:13 de ki karakter hayatı yaşamak istediği için yaşıyor. 50:48 dakikalarda geçen felsefe tam olarak şu: Hayat, tıpkı rüya gibidir. Rüya olduğunu bildiğinde onu kolaylıkla kontrol edebilirsin, eğer hayatta olduğunu bilirsen hayatını da rahatlıkla kontrol edebilirsin. İşte o zaman özgür olursun ve bu sana mutluluk getirir. Rüya da olduğunu anlamak için ışıkları açıp kapatmak yeterli olacaktır. Farkına varmak için okunacak yazı aslında bu kadar basittir.

Varoluşçuluğun umutsuz felsefe olduğu görüşünün aksini savunmak için üniversite profesörü, Sartre’nin bir röportajda hayatında bir gün bile umutsuzluğa kapılmadığını söylediğini vurgular. Sartre’nin hayatında aslında bir bulanıklık değil daha çok kendi hayatına egemen olmaktan gelen gerçek bir coşku vardır. Tıpkı kendi hayatını kendi yaratmış gibi.

''Bir keresinde bir arkadaşım şunu söylemişti: Yapacağın en kötü hata hayatın bekleme odasında gerçekten de uyuyorken yaşadığını düşünmektir.''




Dipnot:
  1. Sokrates, Platon tarafından yazılan Menon diyaloğunda, eğer bir kişi daire nedir sorusuna daire bir şekildir diye cevap verirse bunun anlamının; 'bir çok şekil olduğunu ve dairenin de onlardan biri olduğunu' ancak eğer daire şekildir diye bir cevap verilirse o zaman bunun anlamının da; 'şekil olan sadece dairedir' anlamına geldiğini savunmuştur.
  2. Duygu durum ortalaması derken, insanın yaşadığı anların toplam duygusunun bir ortalamasının insan tarafından bilinçsizce alındığını ve her ne yaşarsa yaşasın, çok mutlu olmak veya çok üzülmek gibi, birkaç gün içerisinde ortalama duyguya düştüğünü söylemeye çalıştım.
  3. Ataraksiya/ Ataraxia: Kuşkucularda; hiçbir konuda hüküm vermeme, her konuda yargıyı askıya alma ve varlık üzerine spekülasyonlara girişmeme sonucunda elde edileceğine inanılan ruhsal huzur haliyken Epikürcüler de ise; mutluluğun en temel, en önemli unsuru, insan için en fazla arzu edilir hal olarak tanımlanır. (Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s:82)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osidius

       Okumaya başlamadan önce kendinize şu soruyu sorun; bazı anılarımı hiç yaşamamış gibi kafamdan siler miyim? Çok zor bir soru aslında. İnsan düşünmeden ''kötü anıları neden kafamın içinde hayatımı zorlaştırması için besleyeyim'' bu cümleleri sarf ediyor ama biraz düşününce o kötü anılar bizi terbiye ediyor, bugün alacağımız her karardan önce düşünmemize sebep oluyor, bugün olduğumuz yerde var olmamıza sebep oluyor; iyi veya kötü. Bulunduğumuz noktadan hoşnut olmasak bile geri dönemeyiz ve olanları unutmak bugünü değiştirmeyecektir. Aslında daha da derin düşündüğünde bu kötü anılardan, kararlardan veya kişilerden acı verici olsa bile, ne olursa olsun, kopamıyoruz. Garip ama... Sevdiğiniz birini düşünün, onu unutmak ister miydiniz? Hayır. Sahip olduğunuz diğer kötü şeyler içinde aynısı geçerli. Belki de insan ister istemez bazı şeyleri değiştirmekten korkuyordur, bugün duyduğu acıyla geçmişi değiştirirse bugününde ne olacağını bilememesinden. Belki de bazı şeyle

İyi İnsanlar Hala Hayatta

                                                                      Doğrusu bu kulağa çok yabancı ve yalancı geliyor. Şaşılır ki bu doğru. Birkaç gün önce arkadaşımla ''insanlardan ne kadar nefret ettiğimizden, onların ne denli kötü olduklarından'' bahsediyorduk. Tanrının bize cevabı güzel oldu. Tüm gün bir yılda görebileceğimiz kadar güzel insan gördük. Bence en önemlisi sokak sanatçısının gözümüze iliştirdiği o andı. Kemanın canlı sesi insanları yanına çağırmaya yetmiyordu. Keman kutusunda birkaç bozukluk ve bir kağıt paradan hariç adamın sanat aşkı vardı. Günün sonuna denk geldiği için verecek hiç paramız kalmamıştı. Cüzdanlarımızın boş olmasına gülerken sokak sanatçısına doğru yaklaşıp borç para isteyen genç dikkatimizi dağıttı. Sokak sanatçısı hiç tereddüt etmeden keman kutusundaki tek kağıt parayı o gence uzattı ve karşılığında gülümseme ve minnet aldı. Hiçbir şey olmamış gibi kemanını çalmaya devam etti. Gerçi kimsede onu beklemiyordu ama biz bekliyorduk. Hi

Küçük Çocuklar

                                                                        Yıllar geçmesine rağmen aklımdan silinmeyen bu anı hala kafamda tazeliğini koruyor. Arkadaşlarımla yolda yürürken yanımızdan annesi ve kardeşiyle bir yerlere giden çocuğun söyledikleriyle birbirimize anlamsızca baktık. Kardeşi ağlayan çocuk, kardeşine doğru tüm öğrenmişliğiyle : '' Şimdi istediğin gibi ağla büyüyünce ağlayamayacaksın zaten'' dedi. Büyük olasılıkların doğurduğu ihtimalle çevresindeki büyüklerin zor zamanlarında göz yaşlarını yuttuklarını görmüştü. İstemeden yanlış şeyler öğretmişlerdi o insanlar, o küçük çocuğa. Gözyaşlarından utanmayı öğretmişlerdi belki de. Ama yanlışı öğrendiği kesindi.         Gülerken utanmayan bunca insanın ağlarken saklanması ne anlamsız. Kim öğretmiştir bunca insana ağlamanın güçsüzlük olduğunu? Kim ona inanmıştır?