Ana içeriğe atla

Film İncelemesi: 12 Angry Men


 

   Gerçeklik, bilen insan zihninden bağımsız olarak var olan her şeydir. Genel anlamına bakarak şunu anlayabiliriz ki insan bildiklerini gerçeklik sanırken aslında bilmedikleri gerçekliktir. Gerçeklik terimi, bireyin gerçekten var olduğuna inandığı ve gerçek varlığın ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu düşündüğü Tanrı, ruh ve ideal nesneleri de içerecek şekilde kullanılmaktadır. Gerçeklik, inanç ve sandıklarımızın ötesinde olan ancak bireyin gerçeklik anlayışının inançların ötesine geçemediğini anlamış oluyoruz. Kelimenin daha dar anlamına yönelecek olursak; gerçeklik, fiziki evrenin doğrudan veya dolaylı olarak ölçümlenebilir yönlerini ifade eder. Yani gerçeklik nesneldir. Sözlükte farklı tanımlarla anlamı genişletilen gerçeklik kavramını insan zihni nasıl kabul görmek isterse öyle anlam kazanmaktadır çünkü gerçeklik objektiftir ve yüzleşmek gerekmektedir.

     Doğruluk; bir önerme, inanç, düşünce ya da kanaatin, bazı temellere ya da ölçütlere göre veya bağlı olarak sahip olduğu doğru olma özelliği anlamına gelmektedir. Doğruluk; farklı alanlarda ve farklı anlayışlara bağlı olarak, farklı şekillerde tanımlanmıştır. İlki, doğruluğun gerçekliğe bağlılığıdır. Herhangi bir şey ne kadar gerçekse o kadar doğrudur. İkincisi, düşüncelerin gerçeklikle değil de, daha önce kabul görmüş olan düşüncelerle uyuşmasıdır, çelişmemesidir. Üçüncü anlayış pragmatizmi ele alır yani bir iddianın doğruluğu onun yararlılığıyla özdeştir. William James tarafından geliştirilen pragmatizme göre; kanaatlerimiz eylemlerimizi etkiler ve eylemi gerçekleştiren kişiye, amacına ulaştıracak yolları gösterir. Kanaatlerimizin eylemlerimiz üzerindeki bu etkisi, eylemi başarılı ve etkili hale getiriyorsa kanaat doğrudur. Başka bir tanıma göre ise, herhangi bir önerme, inanç veya düşünce herkesçe kabul görüyor ve doğruluğu üzerinde uyuşuyorsa o önerme, inanç veya düşünce doğrudur. Son olarak doğruluğun Descartes gibi filozofların apaçıklık üzerinden verdiği tanıma yönelelim. Descartes’e göre apaçıklık, bir iddianın ilgili olduğu durum ve olguların açık ve seçik bir biçimde sunuluşuna indirgenmesidir. Apaçık bir düşünce veya yargı üzerinde kuşku duyulmaz ve bu durumda da bu düşünce veya yargı herkes tarafından kabul görür. Descartes’in apaçıklık tanımından farklı olarak Yeni Kantçı Alman filozofu Rickert’a göre, bir iddia onu kabul etmemiz gerektiği duygusuna kapıldığımız zaman apaçıktır ve böylelikle doğrudur.

    Kanı, değillenebilir özellik taşımaktadır. Doğruluğu veya yanlışlılığı bilimsel sonuçlara bağlıdır. Sınıflı olan toplumlarda kanı, sınıfsal bir karakter taşımaktadır. Bu yüzden bilim ve sınıfsal çıkarlar çatışabilmektedir. Bu durumda insanlar çıkarlarına uygun kanılar edinmektedir. Antik Çağ’da Protagoras’a kadar Elealı filozoflar kanıyı; ussal ve duyusal olarak birbirinden ayırmıştır. Ussal kanı gerçek iken duyusal kanı görünüşten ibarettir. Protagoras bir sofist olarak ‘ insan her şeyin ölçüsüdür’ demiştir ve genel geçer bir bilginin olmaması bilgiyi tamamen yok sayar görüşünü ortaya atmıştır. İnsandan insana algısal farklılık olduğu gibi insanın kendisinin de algıladığı şeyler durmadan değişmektedir yani insanın şu an ki algıları, duyguları her şeyin ölçüsüdür yani herkesin kanısı kendisine göre doğrudur. Buna karşılık Platon gerçek bilgi, bir duyu ürünü olan kanılarla ilişkisizdir ve ideaların alanındadır der. Aristoteles de kanıyı bilimsel bilgiden ayırmış ve onu yanılgılara pek yatkın görgül bir bilgi saymıştır. Oysa çağdaş anlamıyla, gerçek kanı, bilimsel bilgiye dayanan kanıdır. Kanı deyimi, Dr. Özer Ozankaya tarafından ‘’1. Kanıtlanmış sayılmak için yeterli dayanağı ve anlıksal etkinlikler yoluyla varılmış olan bir yargı. 2. Uzman sayılan kişinin belirttiği görüş’’ olarak tanımlanmıştır.

     İnanç, herhangi bir bilginin, öznenin veya durumun kesinliği bilinmezken ve verilerle kanıtlanmamışken ama yine de doğruluğu lehinde belirli dayanakların bulunduğu o bilginin, öznenin ve durumun doğru olduğunu düşünmedir. Kesin bilgiden zayıf ancak temelsiz sanıdan daha güçlü olan bilgi parçasıdır.

     Bilgi, yanlış veya şans eseri olamaz. Bilgi, gerekçelendirilmiş doğru inançtır. Genel bir tanım olarak bilgi; subje ve objenin bir ürünüdür. Şüphecilere göre bilgi yoktur. Gorgias şu sözleriyle bu görüşü destekler: ‘’ Bir şey bilemeyiz, bilsek bile aktaramayız, aktarsak bile anlaşılmaz.’’ Sokrates de fizik bilginin kesin olmadığını, kesin bilginin ancak törebilimsel alanda gerçekleşebileceğini ileri sürmüştür. Kant idealizmi, Comte pozitivizmi, Spencer evrimciliği Heidegger ve Sartre egzistansializmi (varoluşçuluğu) aynı kanıyı sürdürüp çağımıza kadar getirmişlerdir. Bunlara karşı bilginin olanaklı bulunduğunu ileri süren öğretiler, bilginin nasıl elde edileceği konusunda ayrılırlar: Usçular genel adı altında toplananlar bilginin doğuştan beri insan usunda var olduğunu, duyumcular ise bilginin ancak duyularımızla elde edilebileceğini savunurlar. Bilginin insandan bağımsızlığını ve kendini kendisiyle belirlediğini ileri süren Platon ve Hegel‘in nesnel düşünceleri gibi öğretiler de vardır.

       Gerçek her zaman doğru değildir ancak doğrular her zaman gerçektir. Bilgi, her zaman doğrudur çünkü yanlış bilgi yoktur. İnançlar doğru olabilir de olmayabilir de ama doğru olmadığı sürece bilgi değildir. Kanı, zamana göre doğru kabul edilir çünkü mantıksal kanıtlarla elde edilen bir görüştür.

           Filmde geçen on iki karakterde kanun gerçekliğiyle on ikiye sıfır oy verilmesinin doğru olduğunu biliyor ve yaşanan çelişkilerle kuşkuları kendi inançlarının lehine çevirip kararın verilmesinde rol oynuyorlar. Filmin daha ilk sahnelerinde on bire bir oy alınırken Jüri 10 karakteri (Ed Begley), çocuğun suçlu olduğunun gerçek olduğunu ve bunun aksine inanmayacağını itiraf ediyor. Karakterlerin farklı gerçeklik anlayışı olmasa da her karakterin farklı bir gerçekliği var. Hepsinin gerçeklik anlayışı da bireyin gerçekten var olduğuna inandığı ve gerçek varlığın ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu düşündüğü yönündedir.

      Jüri 10 (Ed Begley) karakteri, deneyime dayalı inanma dediğimiz, geçmişte edindiği yargıların şu an ki inançlarını etkilemesine izin veriyor ve tabii olarak inancının doğruluğu muallak. Ayrıca buna, sahip olduğu ön yargıya bağnazca inanmada diyebiliriz. Zaten inançlar; temelsiz sanıdan güçlü, kesin bilgiden zayıftır. Bu tür bir inanç, geçmişte doğru olduğu görülen şeyin gelecekte de kanıtlar tarafından desteklenmeye devam edeceği umut ve beklentisini içerir. Sanığın yaşamının, onu şu an ki iddiada suçlu yaptığına inanıyor ve inancının gerçek olduğuna da emin.

       Jüri 8 (Henry Fonda); ‘Çocuğa inanmıyorsunuz ama nasıl oluyor da kadına inanıyorsunuz?’ diye bir soru yöneltiyor çünkü Jüri 3 (Lee J. Cobb) çocuğun yaşadığı hayat yüzünden suçlu olduğuna inanıyor ancak kadında aynı hayatı yaşıyor. Jüri 3 (Lee J. Cobb) yaşadığı çelişki yüzünden savunmaya geçiyor. Gece kondu da yaşayanların suçlu olduğu inancını sürdüren karakterlere karşı Jüri 5 (Jack Klugman) kendisinin de orada büyüdüğü söyleyince herkes çıkışıyor ve doğruluk veya yanlışlık kısmına girilmeden konu değiştiriliyor.  Bu durum ‘bilişsel çelişki’ olarak adlandırılır. İnançlar ve eylem uyumsuzluğu çelişki yaratır ve birey ya eylemi değiştirir ya inancı değiştirir ya da algıyı değiştirir. Böylece bilişsel tutarlılık elde edilir. Burada yaşanılan çelişkilerde inancın daha sonrasında değişmesine yol açıyor. Bireyler, sanığın suçlu olması konusunda bir gerekçeleri olmadığı için algılarını değiştirerek sanığın suçsuz olduğuna kendilerini inandırmışlardır ve bu yolla çelişki çözülür.

     İlk sıralarda düşüncelerini, kendi içinde bulundukları sebeplerden kaynaklı, aceleye getirerek yargı da bulunurken, bu yargıya da gerçek diyorlar, iddiaları sarsıldığı vakit doğruluk kavramını üzerinde yoğunlaşıyorlar. Jüri 5 (Jack Klugman) ve Jüri 6 (Edward Binns) tartışma sonucunda yaşanan çelişkilerden etkileniyor.

      Ortada bir görüş varsa ve kanıtlar tarafından desteklenmiyorsa kuşku durumunda olup eleştirel tavır takınmak gerekir. Bu durumda inanç, kanıtlara rağmen değil de kanıtlar olmadığı için inanma arzusuna bağlı inanma gerçekleşir çünkü insanlar kuşkudan hoşlanmazlar. İnsan, gerçek olduğunu sandığına inanır veya ortada kuşku varsa inanmak ister. Jüri 6 buna karşın; ‘Eğer inanacak bir şey bulamazsanız, nasıl karar verirsiniz?’ diye soruyor.

      Ortada bir görüş varsa ve kanıtlar tarafından desteklenmiyorsa kuşku durumunda olup eleştirel tavır takınmak gerekir. Bu durumda inanç, kanıtlara rağmen değil de kanıtlar olmadığı için inanma arzusuna bağlı inanma gerçekleşir çünkü insanlar kuşkudan hoşlanmazlar. İnsan, gerçek olduğunu sandığına inanır veya ortada kuşku varsa inanmak ister. Jüri 6 buna karşın; ‘Eğer inanacak bir şey bulamazsanız, nasıl karar verirsiniz?’ diye soruyor.

       İnsanlar kendi söyleyeceklerinden kaçınıyorlar çünkü gerçeklik, doğruluk ve bilgi anlayışları zoraki olarak, daha doğrusu çelişki yaşadıkları için, değişmektedir. Gerçek olduğunu varsaydıkları yargılara sıkı sıkıya bağlandıktan sonra başka bir bireyden çıkan düşüncenin kendi iddialarının tutarlılığını sorgulatarak doğruluğunu yıkınca doğal olarak söylenilenin bir gerçekçiliği kalmıyor. Bu durumda hızlı verilen kararlar yerine düşünülmeye başlanıyor. Ancak bu duruma gelen kadar Jüri 8 (Henry Fonda) bulunanların inançlarını yıkana kadar yoğun çaba sarf ediyor çünkü insanın inançları ve stereotipileri kolaylıkla yıkılmaz. İnsanlar hayatını devam ettirebilmek için inançlarıyla, yargılarıyla kendilerine gerçeklik kuruyorlar. Başlangıçta da bahsettiğim gibi gerçeklik ve doğruluk bir tanıma sığmayan, insanın yaşantısına göre değiştirdiği farklı anlayışlara sahiptir. İnsan her şeyin üzerine düşünmemek için yanlışı, yetersiz inancı, doğru kabul görülen bilgiyi kabul eder.

   İddialar, düşünceler, yargılar birbirlerini dinlemek zorunda oldukları için inançlarını etkiliyor bu durumda gerçekleri tamamen değişiyor. Birbirlerine kuşkularını sunmaları doğru anlayışlarını sarsıyor. Doğru anlayışları gerçekliği değiştirmiyor. Bilişsel çelişki inançlarına bağlanmalarını sağlasa da, karakterlerin bazısının bu duruma dirayet etmesiyle çoğunluğa yayılan değişim grup psikolojisinden dolayı gerçeğe ulaşmalarını sağlamaktadır.

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osidius

       Okumaya başlamadan önce kendinize şu soruyu sorun; bazı anılarımı hiç yaşamamış gibi kafamdan siler miyim? Çok zor bir soru aslında. İnsan düşünmeden ''kötü anıları neden kafamın içinde hayatımı zorlaştırması için besleyeyim'' bu cümleleri sarf ediyor ama biraz düşününce o kötü anılar bizi terbiye ediyor, bugün alacağımız her karardan önce düşünmemize sebep oluyor, bugün olduğumuz yerde var olmamıza sebep oluyor; iyi veya kötü. Bulunduğumuz noktadan hoşnut olmasak bile geri dönemeyiz ve olanları unutmak bugünü değiştirmeyecektir. Aslında daha da derin düşündüğünde bu kötü anılardan, kararlardan veya kişilerden acı verici olsa bile, ne olursa olsun, kopamıyoruz. Garip ama... Sevdiğiniz birini düşünün, onu unutmak ister miydiniz? Hayır. Sahip olduğunuz diğer kötü şeyler içinde aynısı geçerli. Belki de insan ister istemez bazı şeyleri değiştirmekten korkuyordur, bugün duyduğu acıyla geçmişi değiştirirse bugününde ne olacağını bilememesinden. Belki de bazı şeyle

İyi İnsanlar Hala Hayatta

                                                                      Doğrusu bu kulağa çok yabancı ve yalancı geliyor. Şaşılır ki bu doğru. Birkaç gün önce arkadaşımla ''insanlardan ne kadar nefret ettiğimizden, onların ne denli kötü olduklarından'' bahsediyorduk. Tanrının bize cevabı güzel oldu. Tüm gün bir yılda görebileceğimiz kadar güzel insan gördük. Bence en önemlisi sokak sanatçısının gözümüze iliştirdiği o andı. Kemanın canlı sesi insanları yanına çağırmaya yetmiyordu. Keman kutusunda birkaç bozukluk ve bir kağıt paradan hariç adamın sanat aşkı vardı. Günün sonuna denk geldiği için verecek hiç paramız kalmamıştı. Cüzdanlarımızın boş olmasına gülerken sokak sanatçısına doğru yaklaşıp borç para isteyen genç dikkatimizi dağıttı. Sokak sanatçısı hiç tereddüt etmeden keman kutusundaki tek kağıt parayı o gence uzattı ve karşılığında gülümseme ve minnet aldı. Hiçbir şey olmamış gibi kemanını çalmaya devam etti. Gerçi kimsede onu beklemiyordu ama biz bekliyorduk. Hi

Küçük Çocuklar

                                                                        Yıllar geçmesine rağmen aklımdan silinmeyen bu anı hala kafamda tazeliğini koruyor. Arkadaşlarımla yolda yürürken yanımızdan annesi ve kardeşiyle bir yerlere giden çocuğun söyledikleriyle birbirimize anlamsızca baktık. Kardeşi ağlayan çocuk, kardeşine doğru tüm öğrenmişliğiyle : '' Şimdi istediğin gibi ağla büyüyünce ağlayamayacaksın zaten'' dedi. Büyük olasılıkların doğurduğu ihtimalle çevresindeki büyüklerin zor zamanlarında göz yaşlarını yuttuklarını görmüştü. İstemeden yanlış şeyler öğretmişlerdi o insanlar, o küçük çocuğa. Gözyaşlarından utanmayı öğretmişlerdi belki de. Ama yanlışı öğrendiği kesindi.         Gülerken utanmayan bunca insanın ağlarken saklanması ne anlamsız. Kim öğretmiştir bunca insana ağlamanın güçsüzlük olduğunu? Kim ona inanmıştır?