Kant’a göre mutluluk;
insanın ihtiyaç duyduğu ve arzuladıklarını elde etmesinden geçer. Onun
mutluluğu yaşamdan keyif almada yatmaktadır. Aristo’dan farklı olarak mutluluğa
ne aklı ne de erdemi dayamıştır. Mutluluk, bir hayal gücü idealidir.
Stoacılar, mutluluğu insanın iç huzur ve özgürlüğünde bulur. Her insanın bağlı olduğu bir kaderi vardır ve bundan dolayı kendi kaderini kabul etmesi gerekir. Böylece insan boş yere sıkıntı ve üzüntü çekmez.
Mutluluk ve inanç bazı
insanlar gözetilince iç içedir. Şöyle ki; dini inançların aslında insanların iç
huzurunu sağlamak, varoluş belirsizliğine son vermek, mutluluğa varmak için
çıktığını savunan insanlar vardır. İnanç olgusuna daha geniş bakacak olursak;
insan, istediği bir duruma, olaya, kişiye veya herhangi bir şeye, bilinçli veya
bilinçsiz, kendini inandırarak mutlu olabilir ve bu inancın hissiyle
yaşayabilir. İnsan kendini kandırdığında
mutlu olabilir. Sonuçta mutluluğun ne olduğunu bilmiyorsa tutunduğu bir
duyguyla, ona yakın olduğunu varsaydığımız başka iç huzura yaklaştıran bir
duygu, insan hayatına devam edebilir ancak öğrenene dek.
Mutluluğu bilmeyen birisi
için iki seçenek vardır; ya sanmak ya da bilememek. Mutluluğu tanımayan birisi
mutlu olduğunu sanabilir, mutluluğu yaşayana dek sanmaya devam edecektir. Yine
mutluluğu tanımayan birisi mutlu olup olmadığını bilemez, üzülmediği sürece. Bu
kişi bilmediği için kendini herhangi bir tanıma koyamayacaktır. ‘’Mutluğu
tanımayan biri, mutlu olduğunu nasıl bilir?’’ sorusunu Aristo’ya göre
düşünelim. Aristo mutluluğu akla ve erdeme dayatmıştır. Akla dayanan bir erdeme
çabayla ulaşılır ve bu çaba sırasında mutluluk bilinmiyor olsa bile insan
sonunda erdemli olarak mutluluğa ulaşmış ve böylece mutluluğu bilmiş olur. İnsan
mutluluğu bilmiyor olsa bile erdemli olmayı bilerek ve uygulayarak mutluluğu da
öğrenebilir.
Mutluluk, insanın hislerini tanımlamak için kullandığı kelimelerden biridir. Mutluluk, duygunun tam kendisi değildir, bir bilinç durumudur. Mutluluğu vücudumuzda hissedene dek ne onu tanımlayabilir ne de gerçekten anlayabiliriz. Bu durum aksi içinde geçerlidir. Hatta mutluluğu öğrenebilmek için mutsuz olmak gerekir. A kişisi bugün mutluluk adını verebileceği bir an yaşadığını varsayalım. Daha önce yaşamadığı bir deneyimi tanımlaması ne derece kabul edilebilir ki. Aslında A kişisi B kişisinin mutluluk demeyeceği bir an yaşamış olabilir. Bu durumu belirleyen şey ise insanların yaşadıkları hayatların ortalama bir duygu durumu olmasıdır. Yani A kişisinin bu zamana kadar yaşadığı olayların yaşattığı hislerin ortalaması B kişisinin yaşadığı hayatın yaşattığı hislerin ortalamasından düşük olduğu sonucu çıkar. Bu sadece deneyim ve hislere değil çevreye ve bireyin çevreye nasıl baktığıyla da ilgilidir. A kişisi, yaşadığı duygunun onu dışarıdan öğrendikleriyle hissettiği şeyin mutluluk olduğuna kanaat getirmekten başka hiçbir şey yapmıyordur. Hissettiği şey belki de hoş ve huzurlu bir an olabilir. Gerçi mutluluğu tanımlama şeklimiz de birbirinden farklıdır.
Lazzaro karakteri filmin
sonuna doğru gözünden akan yaşla mutluluğu öğreniyor. O vakte kadar onu mutlu
veya mutsuz diye tanımlayamazdık.
Duygusuz değildi, salt duyguları vardı. Daha yaşayamadığı duyguları olduğu
için ne mutluluğu biliyor ne de mutsuzluğu. Duygulara sadece isim koyuyoruz aslında mutluluk
veya mutsuzluk diye bir şey yok. Mutluluk ortalama duygu durumumuzun en iyi
olduğu, mutsuzluk ise onun düşük seviyelerde seyrettiği durumdur. Eğer ortalama
bir duygu durumuna sahipsen bu demektir ki ne mutlu olacak ne de üzülecek
şeyler yaşamışsın. Lazzaro karakteri de mutsuz olduğu vakit mutluluğu
öğreniyor. İnsan bir şeyi öğrenebilmesi için ya bir şeyin kendisini ya o şeyin
zıttını deneyimlemesi veya öğrenmesi gerekiyor.
Diğer karakterlerde
hayatta kaldıkları sürece gülmeye devam ediyorlar. Onlar için mutluluk fazla
bir şey değil. Stoacı öğretinin; her insanın bağlı olduğu bir kaderi vardır ve
bundan dolayı kendi kaderini kabul etmesi gerekir, böylece insan boş yere sıkıntı
ve üzüntü çekmez düşüncesiyle dini inançları yüzünden, filmde bahsi geçmese
bile, Lazzaro dışında duyguların bilincinde olan karakterlerin mutlu
kalabildiklerini düşünüyorum.
Elli beşinci dakikanın
sonlarına doğru De Luna karakteri çocuklara okuduğu kitapta, İncil olduğunu
varsayıyorum, ölçülü, alçak gönüllü, mütevazı olmanın ve bilgi arzusunu aşmanın
insanı hayal kırıklığına uğratmayacağı yazar. Başlarda da bahsettiğim gibi din
insana nasıl mutlu olacağını söyler. Bilinmezlikte düşünmek istemeyen insan bu
gibi yollara düşmekten çekinmez çünkü yolun sonu bellidir; mutluluk.
Yorumlar
Yorum Gönder