Ana içeriğe atla

Film İncelemesi: Lazzaro Felice


            Aristo’ya göre mutluluk, erdemli olmakla iç içedir. Antik düşünce insanın kendini kendi kendine mutlu kılabileceğini kabul eder. Aristo’nun da savunduğu görüş budur; insanın mutlu olup olmaması erdemli olup olmadığıyla ilgilidir. Erdemi kendinde gerçekleştirmiş olan mutlu bir insandır. Erdeme, sürekli bir gayretle ulaşılır. Ayrıca akla dayanmayan ahlaki bir faziletten de söz edilemez. Mutluluğa ulaşmış insanda, eylemlerinin aklın ve erdemin kurallarına göre ayarlamış olan ve hayattan ölçülü bir şekilde yararlanmayı bilen insandır.

Kant’a göre mutluluk; insanın ihtiyaç duyduğu ve arzuladıklarını elde etmesinden geçer. Onun mutluluğu yaşamdan keyif almada yatmaktadır. Aristo’dan farklı olarak mutluluğa ne aklı ne de erdemi dayamıştır. Mutluluk, bir hayal gücü idealidir.

Stoacılar, mutluluğu insanın iç huzur ve özgürlüğünde bulur. Her insanın bağlı olduğu bir kaderi vardır ve bundan dolayı kendi kaderini kabul etmesi gerekir. Böylece insan boş yere sıkıntı ve üzüntü çekmez.

 Epikür öğretisi zaten en başından öğrencilerine iç hürriyet ve huzura eriştirebilecek bir hayat sanatı öğretmek istemesinin yanı sıra gerçek hayatlarında uygulamalarını sağlamaya çalışmıştır. Bu yüzden diğer mekteplerden ayrılmaktadır. Epikür felsefesi de Aristo gibi yalnız insanın kendi kendini mutlu edebileceğini savunur. Epikürcülük; materyalist görüş noktasında, ölümle insan varlığının son bulacağına inanır ve bu yüzden hayatın mümkün olduğu kadar güzel geçirilmesi taraftarıdır. Hedonizm de ki hazcılık burada da vardır ancak Kyrene öğretisinden etkilendikleri için daha ölçülü bir hazdan söz ederler. İnsanı mutluluğa ulaştıracak olan zevktir, burada bahsedilen zevkin tam tanımı yapılmasa da duyularla ilgili olan zevkten söz ettiği açıktır. Bu zevk insana doğa tarafından verilmiştir. Epikürcülere göre ruhi zevk duyularla elde edilen zevk sonucunda elde edilir. Zevk iyi bir şeydir ancak ölçülü olunmalıdır çünkü bazı zevkler sıkıntıyla son bulur. Doğal ve zorunlu olmayan zevkler, şan hırsı gibi, sonunda mutsuzluk getirir.  Bazı sıkıntıların sonunda da zevke ulaşılır. İnsan; diğer insanların üzüntülerini paylaşmayı bıraktığında, hürriyetine kavuştuğunda, peşin hükümden sakındığında mutludur.

Mutluluk ve inanç bazı insanlar gözetilince iç içedir. Şöyle ki; dini inançların aslında insanların iç huzurunu sağlamak, varoluş belirsizliğine son vermek, mutluluğa varmak için çıktığını savunan insanlar vardır. İnanç olgusuna daha geniş bakacak olursak; insan, istediği bir duruma, olaya, kişiye veya herhangi bir şeye, bilinçli veya bilinçsiz, kendini inandırarak mutlu olabilir ve bu inancın hissiyle yaşayabilir.  İnsan kendini kandırdığında mutlu olabilir. Sonuçta mutluluğun ne olduğunu bilmiyorsa tutunduğu bir duyguyla, ona yakın olduğunu varsaydığımız başka iç huzura yaklaştıran bir duygu, insan hayatına devam edebilir ancak öğrenene dek.

Mutluluğu bilmeyen birisi için iki seçenek vardır; ya sanmak ya da bilememek. Mutluluğu tanımayan birisi mutlu olduğunu sanabilir, mutluluğu yaşayana dek sanmaya devam edecektir. Yine mutluluğu tanımayan birisi mutlu olup olmadığını bilemez, üzülmediği sürece. Bu kişi bilmediği için kendini herhangi bir tanıma koyamayacaktır. ‘’Mutluğu tanımayan biri, mutlu olduğunu nasıl bilir?’’ sorusunu Aristo’ya göre düşünelim. Aristo mutluluğu akla ve erdeme dayatmıştır. Akla dayanan bir erdeme çabayla ulaşılır ve bu çaba sırasında mutluluk bilinmiyor olsa bile insan sonunda erdemli olarak mutluluğa ulaşmış ve böylece mutluluğu bilmiş olur. İnsan mutluluğu bilmiyor olsa bile erdemli olmayı bilerek ve uygulayarak mutluluğu da öğrenebilir.

            Mutluluk, insanın hislerini tanımlamak için kullandığı kelimelerden biridir. Mutluluk, duygunun tam kendisi değildir, bir bilinç durumudur. Mutluluğu vücudumuzda hissedene dek ne onu tanımlayabilir ne de gerçekten anlayabiliriz. Bu durum aksi içinde geçerlidir. Hatta mutluluğu öğrenebilmek için mutsuz olmak gerekir. A kişisi bugün mutluluk adını verebileceği bir an yaşadığını varsayalım. Daha önce yaşamadığı bir deneyimi tanımlaması ne derece kabul edilebilir ki. Aslında A kişisi B kişisinin mutluluk demeyeceği bir an yaşamış olabilir. Bu durumu belirleyen şey ise insanların yaşadıkları hayatların ortalama bir duygu durumu olmasıdır. Yani A kişisinin bu zamana kadar yaşadığı olayların yaşattığı hislerin ortalaması B kişisinin yaşadığı hayatın yaşattığı hislerin ortalamasından düşük olduğu sonucu çıkar. Bu sadece deneyim ve hislere değil çevreye ve bireyin çevreye nasıl baktığıyla da ilgilidir. A kişisi, yaşadığı duygunun onu dışarıdan öğrendikleriyle hissettiği şeyin mutluluk olduğuna kanaat getirmekten başka hiçbir şey yapmıyordur. Hissettiği şey belki de hoş ve huzurlu bir an olabilir. Gerçi mutluluğu tanımlama şeklimiz de birbirinden farklıdır.

Lazzaro karakteri filmin sonuna doğru gözünden akan yaşla mutluluğu öğreniyor. O vakte kadar onu mutlu veya mutsuz diye tanımlayamazdık.  Duygusuz değildi, salt duyguları vardı. Daha yaşayamadığı duyguları olduğu için ne mutluluğu biliyor ne de mutsuzluğu.  Duygulara sadece isim koyuyoruz aslında mutluluk veya mutsuzluk diye bir şey yok. Mutluluk ortalama duygu durumumuzun en iyi olduğu, mutsuzluk ise onun düşük seviyelerde seyrettiği durumdur. Eğer ortalama bir duygu durumuna sahipsen bu demektir ki ne mutlu olacak ne de üzülecek şeyler yaşamışsın. Lazzaro karakteri de mutsuz olduğu vakit mutluluğu öğreniyor. İnsan bir şeyi öğrenebilmesi için ya bir şeyin kendisini ya o şeyin zıttını deneyimlemesi veya öğrenmesi gerekiyor.

Diğer karakterlerde hayatta kaldıkları sürece gülmeye devam ediyorlar. Onlar için mutluluk fazla bir şey değil. Stoacı öğretinin; her insanın bağlı olduğu bir kaderi vardır ve bundan dolayı kendi kaderini kabul etmesi gerekir, böylece insan boş yere sıkıntı ve üzüntü çekmez düşüncesiyle dini inançları yüzünden, filmde bahsi geçmese bile, Lazzaro dışında duyguların bilincinde olan karakterlerin mutlu kalabildiklerini düşünüyorum.

Elli beşinci dakikanın sonlarına doğru De Luna karakteri çocuklara okuduğu kitapta, İncil olduğunu varsayıyorum, ölçülü, alçak gönüllü, mütevazı olmanın ve bilgi arzusunu aşmanın insanı hayal kırıklığına uğratmayacağı yazar. Başlarda da bahsettiğim gibi din insana nasıl mutlu olacağını söyler. Bilinmezlikte düşünmek istemeyen insan bu gibi yollara düşmekten çekinmez çünkü yolun sonu bellidir; mutluluk. 



 

        

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osidius

       Okumaya başlamadan önce kendinize şu soruyu sorun; bazı anılarımı hiç yaşamamış gibi kafamdan siler miyim? Çok zor bir soru aslında. İnsan düşünmeden ''kötü anıları neden kafamın içinde hayatımı zorlaştırması için besleyeyim'' bu cümleleri sarf ediyor ama biraz düşününce o kötü anılar bizi terbiye ediyor, bugün alacağımız her karardan önce düşünmemize sebep oluyor, bugün olduğumuz yerde var olmamıza sebep oluyor; iyi veya kötü. Bulunduğumuz noktadan hoşnut olmasak bile geri dönemeyiz ve olanları unutmak bugünü değiştirmeyecektir. Aslında daha da derin düşündüğünde bu kötü anılardan, kararlardan veya kişilerden acı verici olsa bile, ne olursa olsun, kopamıyoruz. Garip ama... Sevdiğiniz birini düşünün, onu unutmak ister miydiniz? Hayır. Sahip olduğunuz diğer kötü şeyler içinde aynısı geçerli. Belki de insan ister istemez bazı şeyleri değiştirmekten korkuyordur, bugün duyduğu acıyla geçmişi değiştirirse bugününde ne olacağını bilememesinden. Belki de bazı şeyle

İyi İnsanlar Hala Hayatta

                                                                      Doğrusu bu kulağa çok yabancı ve yalancı geliyor. Şaşılır ki bu doğru. Birkaç gün önce arkadaşımla ''insanlardan ne kadar nefret ettiğimizden, onların ne denli kötü olduklarından'' bahsediyorduk. Tanrının bize cevabı güzel oldu. Tüm gün bir yılda görebileceğimiz kadar güzel insan gördük. Bence en önemlisi sokak sanatçısının gözümüze iliştirdiği o andı. Kemanın canlı sesi insanları yanına çağırmaya yetmiyordu. Keman kutusunda birkaç bozukluk ve bir kağıt paradan hariç adamın sanat aşkı vardı. Günün sonuna denk geldiği için verecek hiç paramız kalmamıştı. Cüzdanlarımızın boş olmasına gülerken sokak sanatçısına doğru yaklaşıp borç para isteyen genç dikkatimizi dağıttı. Sokak sanatçısı hiç tereddüt etmeden keman kutusundaki tek kağıt parayı o gence uzattı ve karşılığında gülümseme ve minnet aldı. Hiçbir şey olmamış gibi kemanını çalmaya devam etti. Gerçi kimsede onu beklemiyordu ama biz bekliyorduk. Hi

Küçük Çocuklar

                                                                        Yıllar geçmesine rağmen aklımdan silinmeyen bu anı hala kafamda tazeliğini koruyor. Arkadaşlarımla yolda yürürken yanımızdan annesi ve kardeşiyle bir yerlere giden çocuğun söyledikleriyle birbirimize anlamsızca baktık. Kardeşi ağlayan çocuk, kardeşine doğru tüm öğrenmişliğiyle : '' Şimdi istediğin gibi ağla büyüyünce ağlayamayacaksın zaten'' dedi. Büyük olasılıkların doğurduğu ihtimalle çevresindeki büyüklerin zor zamanlarında göz yaşlarını yuttuklarını görmüştü. İstemeden yanlış şeyler öğretmişlerdi o insanlar, o küçük çocuğa. Gözyaşlarından utanmayı öğretmişlerdi belki de. Ama yanlışı öğrendiği kesindi.         Gülerken utanmayan bunca insanın ağlarken saklanması ne anlamsız. Kim öğretmiştir bunca insana ağlamanın güçsüzlük olduğunu? Kim ona inanmıştır?