Ana içeriğe atla

Film İncelemesi: The Boy, The Mole, The Fox and The Horse

 


''Aynı nehre hem gireriz hem girmeyiz. Varız ve yokuz.''

Hayat akan bir nehirdir, hep bir akış içerisinde.

Herakleitos

Hayatın ilerleyen akışından çıkıp nehir etrafında boş boş dolanırken yalnız ve sıkılmış ya da bu durum uzun sürerse yorulmuş ve bıkmış olursun ama nehirden çıkmanın tek bir nedeni vardır: Kendini bulabilmek. Kaybolmuş hissettiğinde akış seni sudan fırlatır ve yolunu bulmanı bekler sense içinde bir şeyler bilen ve yol gösteren, heyecanlı ve dinamik yanınla ve kurnaz ve saldırgan taraflarınla beraber yol bulmaya çalışırsın. İçindeki köstebek, at ve tilki seni yalnız bırakmaz. Kayboluşun bir sonu gelmeyecek gibi hissettiğinde kendini suyun akışına kaptırdığında heyecanlı yanın seni oradan çıkarır. Saldırgan yanın; yardıma ihtiyacı olduğunu ve bunu tek başına halledemeyeceğini söylemekten çekindiği için saldırgandır. Onun için yardım talebi, savaştan yenik düşmek ve vazgeçmektir ama heyecanlı yanın vazgeçmeyi reddettiğinde yardım istersin.

Akıştan uzaklaştıkça anın kendisinde var olursun. Zaman zaman düşer, kaybolursun, canın yanar. Düştüğün vakit utanırsın ve kendinden kaçmak istersin, yolda yine kendinle baş başa kalırsın. Düşersin, fırtına altında kalırsın, ufukta yol görünmez, karanlıkta kalırsın, yolunu kaybedersin ve bu an kayboluşun cevaba yaklaştığı andır. Bu da geçer. Ama yapamayacağını düşünürsün, geldiğin yola dönüp bakmak rahatlatmaz çünkü önündeki yoldan korkarsın, geride kalan yolu zaten çoktan geçmişsindir ama akıl; insanı kandırır, korkutur, yolu gözünde büyütür. Heyecanın söner ancak onu sıcak tutabilirsen kendini bulursun, yoluna varmış olursun.

İçindeki köstebeğin, atın, tilkin birbiriyle çatıştıkça senin kafan karıştıkça bulanıklaşırsın. Buna rağmen bazı vakitler kendini sevdiğini fark eder ancak bunu söylemek istemezsin çünkü zor gelir.

Bir gün yol kısalır amacına yaklaşırsın. O gün hiç beklemediğin bir anda gelir, daha önünde gideceğin yol sanırsın. Karlar içinde ışığı yanan sıcak ışığa vardığında evine yani kendi sıcaklığına kavuşmuş olursun. Artık kendini sever, yeterli olduğunu bilir ve beklentilerini ona göre tutarsın. Kendinden memnun olur, yaşamın kolaylaşacağı safhaya gelirsin. Seni bu noktaya getiren geçmiş senle vedalaşırsın ona teşekkür etmen gerekir. Geçmişini, kendini kabullenmen gerektiğini ve karşında yanan ışığın seni soğuk karlar içerisindeyken öylesine kendine çektiğini fark edersin. Isınmak istersen olduğun yerde kendini kabullendiğinde de ısınırsın; kendini seversin, kendini bilirsin, yolun sonunda akışa odaklanmak yerine yıldızlı gökyüzüne bakarsın.

İnsanı akıştan çıkaran heyecanıdır ama akış herkesi öyle sudan atmaz. Akış, heyecanı yüksek olanların yolunu bulacağını bilir. Yol hareketle varılacak yer değildir. Yol ayaklarımızın dibindedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Osidius

       Okumaya başlamadan önce kendinize şu soruyu sorun; bazı anılarımı hiç yaşamamış gibi kafamdan siler miyim? Çok zor bir soru aslında. İnsan düşünmeden ''kötü anıları neden kafamın içinde hayatımı zorlaştırması için besleyeyim'' bu cümleleri sarf ediyor ama biraz düşününce o kötü anılar bizi terbiye ediyor, bugün alacağımız her karardan önce düşünmemize sebep oluyor, bugün olduğumuz yerde var olmamıza sebep oluyor; iyi veya kötü. Bulunduğumuz noktadan hoşnut olmasak bile geri dönemeyiz ve olanları unutmak bugünü değiştirmeyecektir. Aslında daha da derin düşündüğünde bu kötü anılardan, kararlardan veya kişilerden acı verici olsa bile, ne olursa olsun, kopamıyoruz. Garip ama... Sevdiğiniz birini düşünün, onu unutmak ister miydiniz? Hayır. Sahip olduğunuz diğer kötü şeyler içinde aynısı geçerli. Belki de insan ister istemez bazı şeyleri değiştirmekten korkuyordur, bugün duyduğu acıyla geçmişi değiştirirse bugününde ne olacağını bilememesinden. Belki de bazı şeyle

İyi İnsanlar Hala Hayatta

                                                                      Doğrusu bu kulağa çok yabancı ve yalancı geliyor. Şaşılır ki bu doğru. Birkaç gün önce arkadaşımla ''insanlardan ne kadar nefret ettiğimizden, onların ne denli kötü olduklarından'' bahsediyorduk. Tanrının bize cevabı güzel oldu. Tüm gün bir yılda görebileceğimiz kadar güzel insan gördük. Bence en önemlisi sokak sanatçısının gözümüze iliştirdiği o andı. Kemanın canlı sesi insanları yanına çağırmaya yetmiyordu. Keman kutusunda birkaç bozukluk ve bir kağıt paradan hariç adamın sanat aşkı vardı. Günün sonuna denk geldiği için verecek hiç paramız kalmamıştı. Cüzdanlarımızın boş olmasına gülerken sokak sanatçısına doğru yaklaşıp borç para isteyen genç dikkatimizi dağıttı. Sokak sanatçısı hiç tereddüt etmeden keman kutusundaki tek kağıt parayı o gence uzattı ve karşılığında gülümseme ve minnet aldı. Hiçbir şey olmamış gibi kemanını çalmaya devam etti. Gerçi kimsede onu beklemiyordu ama biz bekliyorduk. Hi

Küçük Çocuklar

                                                                        Yıllar geçmesine rağmen aklımdan silinmeyen bu anı hala kafamda tazeliğini koruyor. Arkadaşlarımla yolda yürürken yanımızdan annesi ve kardeşiyle bir yerlere giden çocuğun söyledikleriyle birbirimize anlamsızca baktık. Kardeşi ağlayan çocuk, kardeşine doğru tüm öğrenmişliğiyle : '' Şimdi istediğin gibi ağla büyüyünce ağlayamayacaksın zaten'' dedi. Büyük olasılıkların doğurduğu ihtimalle çevresindeki büyüklerin zor zamanlarında göz yaşlarını yuttuklarını görmüştü. İstemeden yanlış şeyler öğretmişlerdi o insanlar, o küçük çocuğa. Gözyaşlarından utanmayı öğretmişlerdi belki de. Ama yanlışı öğrendiği kesindi.         Gülerken utanmayan bunca insanın ağlarken saklanması ne anlamsız. Kim öğretmiştir bunca insana ağlamanın güçsüzlük olduğunu? Kim ona inanmıştır?